16 Aralık 2016 Cuma

Noel'de Prag Geceleri

Noel’de Avrupa’da olmanın en keyifli tarafı şüphesiz Kurulan Noel pazarlarıdır. Avrupa’nın hemen hemen bütün kentlerinde kurulan Noel pazarları, bu dönemde büyüleyici manzaraya sahiptir . Bu pazarların beklide en görkemlisi Prag’ın efsane Old Town meydanına kurulan Noel pazarı olduğunu düşünüyorum. Ortaçağ atmosferini sonuna kadar yaşatan Old Town Meydanı, her yıl Kasım ayının son haftasından 1 Ocak gününe kadar Prag’ın en büyük Noel pazarına ev sahipliği yapar. 2016 yılında bizde buradaydık.

Pallaidum Alışveriş merkezinin önünde kurulan küçük klübelerden başlıyor şölen OLDTOWN’a gidene kadar yollarda müzik ve sokakları sarmış olan tarçın ve sıcak şarap kokusu burnunuza geliyor.


OLDTOWN’ın içine adım attığınız andan itibaren Noel atmosferine gireceğiniz bu pazarda sadece yemekler değil birbirinden renkli Noel hediyeleri de satılıyor. Burada, özenle yapılmış Bohemya kristallerini, küçük ahşam oyması heykelcikleri ve rengarenk süs eşyalarını oldukça ucuz fiyatlara bulak mümkün.
Hemen her köşesinde sokak sanatçılarının Noel şarkılarıyla yeteneklerini sergilediği bu alanı yaklaşık 1 saatte bol bol fotoğraf çekerek gezebilirsiniz.

Tyn Katedrali’nin hemen önüne yerleştirilen dev çam ağacının süslenerek ışıklandırılması, Noel pazarının başlaması anlamına geliyor. Bir aydan fazla süren Noel pazarının amacı, Noel tatilinin, Noel şarkılarının, geleneksel yemeklerin ve sıcak şarabın doyasıya tadına varmak.
Alanda bulunan her şey bu amaca yönelik hazırlanıyor. Önceden yapılmış ahşap kulübelerin her birinde ayrı bir yiyeceğin satıldığını ve sıcak şarap ikramının yapıldığını görmeniz mümkün. Zaten, eğer geldiğiniz dönemde Noel pazarı kurulmuşsa, henüz ünlü meydana yaklaşmadan sokakları sarmış olan tarçın ve sıcak şarap kokusu burnunuza gelecektir. Alacağınız bu ünlü kokunun bir nedeni sıcak şarapken diğer nedeni de Çeklerin geleneksel tatlısı trdelnikdir. İnce bir şişe sarılarak odun ateşinde pişirilen bu tatlıyı pazarda hemen her köşede bulabilirsiniz.

Pazarın Parizska Caddesi tarafına kurulan sahnede akşam saatlerinde müzik dinletileri gerçekleştiriliyor.

Diğer taraftan saat başı çalan Astonomik saatin şöleni ise seyretmeye değer. Oldtown yolunda böyle tatlı dükkanlar içinizi açacağından eminim.

Prag’da, ortaçağ panayırını andıran bu renkli Noel pazarı Noeli noel gibi hissetmeniz için muhteşem bir sebeb…

2 Kasım 2016 Çarşamba

Dolu Düşün Boş Konuş



Kadıköy’de Haluk Bilginer tarafından bizzat kurulan Oyun Atölyesinde bu şimdiye kadar pek çok oyun izledik . Geçtiğimiz Pazartesi günü de bu sahnede Dolu Düşün Boş Konuş gündemimizdeydi.
Oyunun yazarı Steven Berkoff, Türkçe çevirisi ise Haluk Bilginer’e ait.  Oyunda 5 ana karakter var. Donna rolündeki Hasibe Eren canlandırıyor. Fatih Al oyunu götürüyor biz Fatih Al’ın bu  kadar yetenekli olduğunu bilmiyorduk. Kaynana rolündeki Murat Okay enerjisi ve gülüşüyle muhteşemdi.
Dolu Düşün Boş Konuş komik bir trajedi aslında, günlük hayatta birçok insanın maskesini takıp dolaştığını, içinden geleni değilde rollerinin hakkını verdiğini anlatıyor. Esprili bir dille anlattıkları için salonda çoğu zaman kahkahalar hiç  eksik olmadı. Özellikle ikinci yarıdaki Restoran sahnesi çok keyifli bir müzikal sahneydi. Oyuncuların dansları ve sesleri duruma oldukça uyumluydu.
Fırsatını bulursanız, bir ay içinde çok fazla seansı olmayan bu enfes oyunu kaçırmayın deriz. Aralık ayında sadece 3 kez oynayacaklar ve buradan sitelerine ulaşabilirsiniz.

20 Eylül 2016 Salı

Klasik Müziğin Faydaları


Yıllardan beri müzik hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Peki, neden müzik dinleme gereği duyarız?

İnsan yavrusunun müziğe eğilimi doğuştan gelmektedir. Çocukların şarkı ve mırıldanmalarını dinleyerek, oyunlarını izleyerek müziğe karşı doğuştan duyarlı olduklarını görebilirsiniz. Mesela, bebekler aile bireylerinin seslerini fark ederken bu seslerin tonlarından, sesin ait olduğu bireyin keyifli ve kızgın olup olmadığını da algılıyor. Biraz büyüdükçe sözcüklerden anlamlar çıkarmaya başlayınca bu duyarlılığımızda törpülenmeye başlıyor.

Klasik müzik elit dünyanın müziği olarak bilinse de bu çok sesli müziği dinlemenin insan psikoloji ve eğitimi üzerinde birçok olumlu etkisi bulunuyor. Klasik müzik Batı Avrupa'daki dönüşümlerde kendi içinde evrimleşmiştir. Rönesans ile başlayan bu müzikte barok klasik ve romantik dönemler başlıca dönemleridir. Klasik müziğin önemli özelliği, çok sesli olmasıdır.
Ders çalışırken, işyerimizde ya da araba kullanırken Mozart, Vivaldi, Beethoven, Pachabel, Handel ve Bach gibi bestecilerin müziklerini dinlemenin yararları saymakla bitmiyor. Stresten uzaklaşmak, disiplinli olmak, konsantrasyon artırmak, estetik duygusunu, öğrenme kapasitemizi geliştirmek için klasik müziğin yararlı olduğunu belirten uzmanlar, araştırmaların da klasik müziğin yararlarını gözler önüne serdiğini söylüyor.
Müzik mutfağınızdan  keyifli sesler eksik olmasın. 
The Nutcracker - Ballet, Op.71, Act II: No. 13 - Waltz of the Flowers - Pyotr Ilyich Tchaikovsky 

8 Eylül 2016 Perşembe

KÖLN


Bu yazıyı yazmak için üzerinden epey bir zaman geçti ama söz uçar yazı kalır diyerek hatırımda kalanları yazıya döküyorum.

Geçtiğimiz sene Temmuz ayında Paris ile başlayan gezimizi Almanya’da noktalamıştık. Arkadaşım Sibel ile başlayan bu yolculuk içinde birçok macerayı barındıyordu. Bunlardan biri Hollanda Amsterdam Damm Meydanında konakladığımız otelimizin Dam Hotel’in damının akmasıydı. İlk geldiğimiz gece Temmuz ayının ortasında olmamıza rağmen deli gibi yağmur yağıyordu. Sırılsıklam olmuş halimizle otele vardığımızda inanılmaz mutluyduk ancak bu mutluluk kısa sürdü. Bu arada otel merkeziydi fakat odalar küçücüktü bütün Avrupa seyahatimiz için verdiğimiz otel parasının iki katını,  3 gece bu otelde kalmak için ödemiştik.  Gece yarısı tekrar başlayan yağmur sonrası üst ranzada uyuyan ben aniden uyandım kulağımın içine su kaçmıştı. Ara kat olmasına rağmen odanın tavanı akıyordu odadan çıkıp yardım istediğimizde kimseyi bulamadık daha sonra yardıma gelen resepsiyon görevlisi otelin full olduğunu odanın olamadığını bile havlu ve fön makinası vereceğini söyledi o çaresizlikte kabul ettik ertesi günde başka bir odaya geçmiştik.  Neyse Amsterdam sonrası rotayı Almanya’ya çevirdik artık seyahatimizindi sonlarına yaklaşmıştık. Almanya’nın Köln şehrinden dönüş yapmayı uygun bulduk Amsterdam terminalinden İDBUS ile Köln şehrine geçtik. Yolculuk keyifli ve kısaydı otobandan bir süre gittikten sonra yemyeşil Almanya’nın iç şehirlerine geçtik. Kısa molaların verildiği birçok Almanya şehrini bir sürede olsa görmüş olduk.
Köln’e vardığımızda Alman haklının adres konusunda bizden çok farklı olduklarını daha ilk dakikadan anladık. Bize koordinat vererek anlatıyorlardı 100 metre uzaklıktaki otelimiz için yaklaşık 20 dakika Köln sokaklarında tur attık. Köln Yavru Türkiye gibiydi daha meydana ilk çıktığımızda köşedeki dönerci tüm samimiyetiyle bizi kucakladı. Daha sonra Köln’de yaptığımız tek kültür faaliyeti Katedrali gezmek oldu. Zaten sonraki günlerde de otelimize gitmek için sürekli geçtiğimiz katedrale girdik detaylarına hayran olduk. Biraz katedral’in tarihinden bahsedecek olursam. Köln Katredrali şehrin her yerinde görülüyor.  Götik tarzda olan bu katedralin boyu 160 metreyi buluyor. Kuzey Avrupa’nın en büyük ibadethanesinin yapımına 14 Yüzyılda başlanmış 19 Yüzyılda tamamlanmış.  Köln’de alışveriş ağırlıklı bir gezi yaptık. Seyahatimizin sonuna yaklaşmıştık ve kalan son paralarımızı Primark’a çikolataya ucuz olan deodorantlara ve yeğenleri bahane ederek aldığımız LEGO’lara yatırdık.  Tek bir sırt çantasıyla çıktığımız bu yolda 42 Litrelik Backpack yetmeyince NortFace’den 32 Litrelik bir sırt çantası daha aldık ve aldıklarımızı içine doldurarak Ülkeye geri döndük. Almanya alışveriş yapmak için gezdiğimiz 3 ülke içinde en uygun olanıydı.

2 Ağustos 2016 Salı

Klasik Müziğin Kısa Tarihi (Klasik Dönem)

J. S. Bach’ın ölümü olan 1750 yılında başlayıp, 1800’lü yıllarda sona eren müzik akımına Klasik Dönem adı verilmektedir. Kimi müzikologlara göre dönemin sona ermesi 1789 Fransız İhtilali iken, bazı müzikologlara göre de, Mozart’ ın ölümü olan 1791 yılıdır.

Klasik Dönemin müziği, kendinden önceki Barok Dönemin aksine sade, yalındır. Barok Dönemde kullanılan sürekli bas yerini homofoniye, çembalo(Fransız ekolünde klavsen, Alman ekolünde ise çembalodır öz olarak ikisi de aynı klavyeli bir çalgıdır. Daha çok kiliselerde bulunur. Aşağıda fotoğrafını görebilirsiniz) ise yerini piyanoya bırakmıştır. Yine aynı şekilde barok Dönemde ortaya çıkan süslemelerin kullanımı da bu dönemde farklılıklar göstermektedir. Rokoko akımı ile müziğe yeni bir yön verilerek, sadelik ön plana çıkartılmıştır.

Klasik Dönemin oluşumuna 18. yy ortalarında kurulan Mannheim okulunun etkisi damgasını vurmuştur. Kilise ve saray etkisinde olan Barok müziğinin aksine müzik yavaş yavaş halka inmeye başlamış, saraylardaki konser salonları yerini, halkında müziğe ulaşabilmesini sağlayan büyük konser salonlarına bırakmıştır. Dönemde özellikle senfoni çok büyük gelişim göstermiş ve döneme Haydn ile damgasını vurmuştur. 
Müzik tarihinde
Viyana Klasikleri olarak bilinen; Haydn, Mozart ve Beethoven, dönemin en önemli bestecileridir. Bu üç besteci piyano sonatları, konçertolar, senfonik eserler ile kendilerinden sonraki dönemlere ışık tutmuşlardır.
Klasik Dönemin ilk evresi olarak, C. P. Emmanuel Bach ve Johann Stamitz önderliğinde kurulan Mannheim okulu barok müziğinin görkem ve şatafatından kurtulma sade ve yalın müzik yapılmasının öncüsüdür.

Yüksek Klasikler olarak ta bilinen ikinci evrede Klasik Dönemin doruğa ulaştığı dilimdir. Haydn ve Mozart bu anlamda bu evrenin en önemli bestecileridir.
Geç Klasikler olarak bilinen son evrede ise Beethoven ve Schubert romantik dönemin kapılarını aralamışlardır diyebiliriz. Hem Beethoven hem de Schubert’ in hem Klasik hem de Romantik Dönem eserleri mevcuttur.

Küçük burjuvazinin Fransız ihtilali ile söz sahibi olması, müziğin Romantik Üsluba doğru yönlenmesini sağlamış, Beethoven ile birlikte Klasik Dönemin kapılarını kapatılarak, Romantik Döneme geçilmiştir.

Haydn, Mozart, Beethoven, Schubert, Stamitz, Gluck, Klasik Dönemin önemli bestecilerindendir

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Şeker tadında Film, "Büyük Budapeşte Oteli

İstanbul Flim Festivalinde Gala göstesi yapılan Yönetmen Wes Anderson filmi Büyük Budapeşte oteli, fesival öncesi açıklanan takvime göre 18 Nisan tarihinde de Ticari gösterime açıldı.
Film hayali bir Orta Avrupa ülkesinde filme adını veren otelde, otelde concierge olarak çalışan Gustave'nin maceralarını konu alıyor. Film alışkın olduğumuz dünyadan farklı bir plastik dünya. Filmin yönetmeni bu plastik dünyayı yaratırken, Almanya Görtliz'deki bir mağazayı set olarak kullanıyor.
Film bir Avrupa hikayesi olan bu film Stefan Zweing'e bir saygı duruşu niteliğinde, çünkü yönetmen-senarist  Wes Anderson okuduğu Stefan Zweing sonrası daha önceden senaryoyu izlediğim bu haline , dönüştürerek tekrar düzenlemiş.Stefan Zweing'in kitabı olan "Beware of Pity" de hikaye  Viyana dışında ki bir restorantta geçiyor fakat senaristin hayal dünyasında tekrar canlanan senaryo Büyük Budapeşte oteli olarak bizlerin beğenisine sunuluyor.Eski usul tekniklerle ve minyatürlerin yoğun olarak çalışıldığı film dijital ortamda harika bir çıktı olmuş.
Fotograflar internetten alıntıdır.

10 Temmuz 2016 Pazar

Modern Zamanda "İlişkiler"





Modern zamanlarda İlişkiler 


Tüketim çılğınlığından ruhlarımızda nasibini aldı mı?
Modern zamanlar, kalbimizi hayatımızdan çıkarttı mı?
Kendine hayran bırakmanın denklemini oluşturmadan,
üstünlük hissine kapılmadan,
egolar savaşınını ortasında kalmadan,
Samimi İlişkiler,
Sevgi dolu günler diliyorum herkese!!

Nil Dünyasından Bu mudur?

10 Nisan 2016 Pazar

Hafta Sonu Atina'da



Shengen sorununuz yoksa ve hafta sonu yurt dışında farklı deneyim yaşamak istiyorsanız sizi komşumuza bekleriz. İşte biz de tam bunu düşünerek hafta sonu soluğu Atina’da aldık. Lezzetli mezelerden sıcacık iklimine birçok artısıyla keyifli zaman geçirdik.

Cumartesi günü 10:45 Pegasus İstanbul SAW Atina ‘ya varışımız yaklaşık 1 saat 10 dakika sürede vardık. İndiğimizde kolay metrosuyla 45 dakikalık bir sürede şehir merkezine otelimizin de bulunduğu Omónia vardık ve otelimize yerleştik.

Arts Hotelden çıktık ve şehrin merkezi olan Sytagma olarak geçen  Akropolis bölgesine doğru yürümeye başladık. Yunanistan’da yaşayan Müge ile buluşmak için 15:20 için randevulaştık. 10:45 de İstanbul’dayken aynı gün içinde 4 saat sonra suyun öteki tarafındaydık. 


Neyse biz keyfimizi kaçırmıyoruz dönelim Atina’nın güzelliklerine…
Yunanistan’da yaşayan Müge bizi harika mezeleri olan sahibinin Yunan ve Mısır kökenli bir yere getirdi. Kalamar ızgarasında çoğunun adını bilmediğim enfes mezelerini yemek için iştaha büründük.
Bu lezzetli sofrada keyifli sohbetler yaptık.


Daha sonra İzmir’li olarak Lokma delisi olan Elçin’in keşfiyle Lokmaların içine damlasakızı , çikolata ve badem ezmesi sıkıldığı ve üstüne lezzetli sosun döküldüğü Lokumix bulduk Lokmalarımızı aldık ve Kahvelerimizi içmek için açık havadaki Kafeye geçtik.

Gün bizim için bitmedi yine Elçin’in keşfi olan Brettos’a gittik. Akropolis bölgesinde birkaç mekanda keyifli zaman geçirdikten sonra Birinci günü yorgunluktan ölürcesine bitirdik.
Ertesi gün erken uyandık otelden çıkışımızı yaptık çantalarımızı yüklendik.

Atina'da o gün koşu vardı gideceğimiz Syntagma (Sintagma) Meydanı kalabalıktı. Syntagma (Sintagma) Meydanı Atina'nın en ünlü meydanı. Burada parlamentonun önünde nöbet tutan geleneksel kıyafetli muhafız askerlerine "Evzon (Efsun)" deniyormuş. Bizde bu Efsun askerlerinin nöbet değişim töreni izlemek için ön sıralarda yerimizi aldık.

İlginç ve komik bulduğumuz bir tören oldu. 
Evzon (Efsun) askerler ikiyüz küsur pileden oluşan eteklere sahiplermiş. 

Bu töreni izledikten sonra yandexi açtık ve Akropolis'e doğru rotamızı belirledik. Syntagma meydanındaki parlemento binasına sırtımızı dönerek yürümeye başladık yolumuzun üzerinde  güzel bir kafe de kahve içmek için mola verdik. Plakanın arka sokalarından geçip  150 metre yükseğe tırmanarak Akropolis'e ulaştık biletlerimizi aldık ve ormanlık alanda yürümeye devam ettik uzun zorlu bir parkur sonrasında devasa sütunlarıyla karşımızdaydı.

Atina şehrinin en ünlü noktası tabi ki Atina akropolis'idir. Akropolis'in kelime anlamı "şehrin en yüksek noktası" demektir.
 Atina 'ya ait bir çok mitolojik hikaye var benim ilgilimi çekeni ise, şehrinin koruyucu tanrısı olmak için Athena ve Poseidon arasında bir yarış düzenlenir. Hangisinin vereceği hediye daha yararlı olacaksa şehrin tanrısı o olacaktır.

İlk olarak Poseidon elindeki 3 başlı mızrağı yere vurur ve bir çeşme ortaya çıkar. önce herkes sevinir ancak Denizlerin Tanrısı Poseidon’un çeşmesi tuzlanır ve pek bir işe yaramaz. Sıra Athena’ya gelmiştir. Athena da elindeki mızrağı yere vurur ve ortaya bir zeytin ağacı çıkar. Dünyadaki barışı ve refahı temsil eden bu zeytin ağacı halk tarafından benimseniz ve Athena şehrin tanrısı ilan edilir.
Zeytin ağacı simgesini Atina'ya ait bir çok sembolde de gördük.


AEGEAN Air’in 19:45 uçağıyla İstanbul’a döndük ben 21:00 de evdeydim.
Haftasonu keyifli bir kaçış için Atina tercih edebilirsiniz.

22 Mart 2016 Salı

Eckhart Tolle’nin The Power of Now (Şimdinin Gücü)


Bazı kitaplar başucu kitabıdır. Eckhart Tolle’nin The Power of Now(Şimdinin Gücü) kitabı da benim için başucu kitaplarından biridir.
Kitaba göre zihin daima kategorize etmek ve kıyaslamak ister dışsaldır ve bizi yanıltır. Gerçeği başka bir yerde aramanız gerekmez. Sadece size zaten sahip olduğunuz şeye nasıl daha derin bir biçimde girin ve şimdi de kalın böylece andan keyif alın diyor. Yine kitap zihin yanıltır, Düşünmeyi durduramamak korkunç bir derttir, ama biz bunu fark etmeyiz, zihinsel gürültü sizin o içsel sessizlik ve sükûnet zemini bulmanızı engeller. O ayrıca bir korku ve ıstırap gölgesi oluşturan sahte, zihin-ürünü bir benlik yaratır. Düşünmek bir hastalık haline gelmiştir. Hastalık bir şeylerin dengesi bozulunca ortaya çıkar. Not: Zihin, eğer doğru biçimde kullanılırsa, muhteşem bir alettir. Ama yanlış biçimde kullanılırsa, çok yıkıcı bir hale gelir.
Özgürlüğün başlangıcı sizin o hükmeden varlık -yani, düşünen- olmadığınızı idrak etmektir. Bunu bilmek sizin o varlığı gözlemlemenizi mümkün kılar. Siz düşüneni izlemeye başladığınız anda, daha yüksek bir bilinç düzeyi harekete geçer. O zaman siz düşüncenin ötesinde engin bir zeka aleminin bulunduğunu, o düşüncenin o zekanın sadece minicik bir veçhesi olduğunu fark etmeye başlarsınız. Ayrıca, gerçekten önemli olan her şeyin -güzellik, sevgi, yaratıcılık, sevinç ve iç huzurunun- zihnin ötesinden kaynaklandığını da fark edersiniz. Böylece uyanmaya başlarsınız.
Zihin işler ters gittiğinde  yani olumsuz sonuçları şimdi ve içinizde ki  durumla ilgili olsa bile, zihin bu durumu geçmiş deneyimlere göre yorumlayacaktır. Çünkü bu ses sizin -hem tüm geçmişinizin hem de miras aldığınız ortak kültürel düşünce biçiminin bir sonucu olan- koşullanmış zihninize  aittir. Böylece, siz mevcut durumu geçmişin gözleriyle görür, yargılar ve onunla ilgili tümüyle çarpıtılmış bir görüş elde edersiniz. Bu sesin bir insanın en kötü düşmanı olması yaygın görülen bir durumdur. Birçok insan kafasında -sürekli kendisine saldırıp onu cezalandıran ve yaşam enerjisini tüketen- bir işkenceciyle yaşar. Bu hem tarifsiz bir ıstırap ve mutsuzluğun, hem de hastalıkların nedenidir.
 “Düşüneni izlemek” yerine, siz ayrıca dikkatinizi Şimdi‟ye yönelterek de düşünce akışında bir kesinti, bir boşluk yaratabilirsiniz. Sadece içinde bulunduğunuz anın yoğun bir biçimde bilincinde olun. Bu derin bir doyum veren bir şeydir. Bu yolla, bilincinizi zihinsel faaliyetten uzaklaştırıp, son derece uyanık ve farkında olduğunuz, ama düşünmediğiniz, bir düşünce-sizlik boşluğu yaratırsınız. Bu meditasyonun özüdür. Günlük yaşamınızda bunu, normalde bir vasıta olan rutin bir faaliyete tüm dikkatinizi vererek, böylece onu kendi başına bir amaç haline getirerek uygulayabilirsiniz.
Ego terimi farklı insanlara farklı şeyler ifade eder, ama ben burada onu zihinle bilinçsizce özdeşleşme sonucunda yaratılan sahte bir benlik anlamında kullanıyorum.Ego için şimdiki an mevcut değildir. O sadece geçmişi ve geleceği önemli görür. Gerçeğin bu tam tersine çevrilişi egosal zihnin bu kadar bozuk-işlevli oluşunun nedenini oluşturur. O daima geçmişi canlı tutmakla ilgilenir, çünkü geçmişiniz olmadan siz kimsinizdir? O varlığının sürmesini sağlamak ve orada bir tür rahatlık, kurtuluş ya da doyum aramak için kendisini sürekli geleceğe projekte eder. O der ki: “Bir gün bu ya da şu gerçekleştiğinde ben iyi, mutlu, huzurlu olacağım.” Ego şimdi ile, yaşanan an ile ilgileniyormuş göründüğünde bile, onun gördüğü şey şimdi değildir:  O yaşanan an„ı geçmişin gözleriyle gördüğünden, onu tümüyle yanlış algılar. Ya da, yaşanan an‟ı -hedefe götüren- bir vasıtaya indirger ki bu daima zihnin-projekte-ettiği gelecekte yatan bir hedeftir. Zihninizi gözlemleyin, bunun böyle işlediğini göreceksiniz. Şimdiki an özgürlüğün anahtarını barındırır. Ama, siz zihniniz olduğunuz sürece şimdiki an‟ı bulamazsınız.
Bir duygu genelde büyütülmüş ve güçlendirilmiş bir düşünce kalıbını temsil eder . Duygu sizi teslim almak, size hakim olmak ister ve -eğer siz orada yeterince mevcut değilseniz bunu çoğu kez başarır. Eğer siz orada mevcut olmadığınız için -ki bu normal bir şeydir- duyguyla bilinçsizce  özdeşleşirseniz, duygu geçici olarak “siz” haline gelir. Çoğunlukla, sizin düşünüşünüz ile duygu arasında bir kısır döngü oluşur: onlar birbirini besler.
Ayırt edilmemiş doğasından ötürü, bu duyguyu tam olarak tarif edecek bir isim bulmak zordur. “Korku” bu duyguya yakındır, ama sürekli bir tehdit duygusunun ötesinde, o ayrıca derin bir terk edilmişlik ve eksiklik  duygusu da içerir. En iyisi, o temel duygu kadar ayırt edilmemiş bir terim kullanıp, ona basitçe “acı” demek  olabilir. Siz benlik duygunuzu zihinle özdeşleşmekten, yani, ego‟dan almaktan vazgeçene dek bu acıdan kurtulamazsınız. Siz bu özdeşleşmeyi bıraktığınızda zihin iktidardan düşer ve Var‟lık kendisini sizin gerçek doğanız olarak açığa vurur.
Duygu (emotion) aslında “karışıklık, rahatsızlık” anlamına gelir. Bu sözcük Latince bir sözcük olan ve “karıştırmak, rahatsız etmek” anlamına gelen emovere‟den gelir.
Haz daima sizin dışınızdaki bir şeyden alınır, oysa sevinç içinizden yükselir. Bugün size haz veren bir şey yarın acı verebilir, ya da o gider ve yokluğu size acı verir. Ve çoğunlukla sevgi olarak görülen şey bir süre haz ve heyecan verici olabilir, ama o bağımlılık yaratıcı bir tutunma, bir anda zıddına dönüşebilecek bir aşırı muhtaçlık halidir. Böylece birçok “sevgi” ilişkisi, başlangıçtaki esrime hali geçtikten sonra, “sevgi” ile nefret, çekim ile saldırı arasında gider gelir.
Siz zihninizle özdeşleştiğiniz sürece, acı kaçınılmazdır.
Ben burada, aslında, fiziksel acının ve hastalığın da ana nedeni olan duygusal acıdan söz ediyorum. İçerleme, nefret, kendine-acıma, suçluluk duygusu, öfke, depresyon, kıskançlık ve en hafif sinirlenme bile bir acı biçimidir. Ve her haz ya da duygusal yükseklik, içinde -ayrılmaz zıddı olan ve zamanla tezahür edecek olan acının tohumunu taşır. Acının iki düzeyi vardır: şimdi yarattığınız acı ve geçmişten gelen ve hala zihninizde ve bedeninizde yaşayan acı.
Şimdi’de Daha Fazla Acı Yaratmayın
İnsanın çektiği acının büyük bölümü gereksizdir Zihin yaşamınızı yönettiği sürece kendi yarattığınız bir şeydir.
Şimdi yarattığınız acı daima, olanı kabullenmemekten, olana bilinçsiz bir biçimde direnmekten kaynaklanır.
Şimdi olan, daima şimdi olan yaşamın kendisine karşı çıkmaktan daha anlamsız bir şey olabilir mi? Olana teslim olun. Yaşama “evet” deyin ve yaşamın nasıl birden -size karşı  çalışmak yerine- sizin için çalışmaya başladığını görün.
Geçmiş Acı: Acı-Bedenini Ortadan Kaldırmak
Acı-bedeni, var olan diğer her varlık gibi, varlığını sürdürmek ister ve o ancak sizin onunla bilinçsizce özdeşleşmenizi sağlayabilirse varlığını sürdürebilir.
Bir kez acı-bedeni sizi ele geçirdiğinde, siz daha fazla acı istersiniz. Siz bir kurban ya da kurban-eden haline gelirsiniz. Siz acı vermek, ya da acı çekmek istersiniz veya her ikisini birden istersiniz. İkisi arasında aslında çok fark yoktur. Elbette, siz bunun farkında değilsinizdir ve acı istemediğinizi hararetle iddia edeceksinizdir.
Ama yakından baktığınızda, düşünce ve davranış biçiminizin acıyı -kendiniz ve başkaları için- sürdürecek şekilde tasarlandığını göreceksiniz. Ego‟nun karanlık bir gölgesi olan acı-bedeni aslında bilincinizin ışığından korkar. O keşfedilmekten korkar.
Bir kez siz zihninizle özdeşleşmeyi bıraktığınızda, haklı ya da haksız olmanız benlik duygunuz için hiçbir fark yaratmaz, böylece haklı çıkmak için duyduğunuz o çok zorlayıcı ve derin bir biçimde bilinçsiz gereksinim -ki o bir şiddet biçimidir- artık var olmayacaktır.


Zaman hiç de değerli bir şey değildir, çünkü o bir illüzyondur. Sizin değerli olarak algıladığınız şey zaman değil, zamanın dışındaki tek noktadır: Şimdi. O gerçekten değerlidir. Siz zaman -geçmiş ve gelecek- üzerinde ne kadar çok odaklanırsanız, Şimdi‟yi, var olan en değerli şeyi de o kadar çok kaçırırsınız.
Yaşam şimdidir. Yaşamınızın şimdi olmadığı bir zaman asla olmamıştır ve olmayacaktır. 
Sizin geçmiş olarak düşündüğünüz şey eski bir Şimdi‟nin zihinde depolanmış anısıdır. Siz geçmişi hatırladığınızda anıyı yeniden canlandırırsınız ve bunu şimdi yaparsınız. Gelecek ise hayal edilen bir 
Şimdi‟dir, o zihnin bir projeksiyonudur. Gelecek geldiğinde, Şimdi olarak gelir. Siz gelecek hakkında düşündüğünüzde, bunu şimdi yaparsınız. 

Siz neyi savunuyorsunuz?
İllüzyoni bir kimliği, zihninizdeki bir imajı, bu hayali varlığı. Bu kalıbı bilinçlendirerek, ona tanık olarak, siz onunla özdeşleşmeyi bırakırsınız. O zaman, bilincinizin ışığın da, bilinçsiz kalıp hızla eriyip yok olacaktır. Bu ilişkileri kemirip aşındıran tüm tartışmaların ve güç oyunlarının sonudur Başkaları üzerinde güce sahip olmaya çalışmak, kuvvet kılığına bürünmüş zayıflıktır. Gerçek güç içimizdedir ve ona şimdi ulaşabiliriz.

Alman asıllı yazar Eckhart Tolle Cambridge Üniversitesi‟nde araştırmacı ve denetçi olarak çalışırken Yirmi dokuz yaşında derin bir spiritüel değişim-dönüşüm geçiriyor. Değişim sonrası eski kimliğini hemen hemen yok ederek, yaşamının seyrini kökten değiştiriyor. Tolle, sonraki yıllarını içsel yolculuğun başlangıcını anlamaya derinleştirmeye çalışmış. Eckhart Tolle, son yirmi yıldır Avrupa ve Kuzey Amerika‟da bireyler ve küçük gruplarla çalışan bir danışman ve spiritüel öğretmen. The Power of Now(Şimdinin Gücü) kitabı ise onun bu öğretileri ilk kez geniş bir kitleye ulaşmasının başlangıcıdır.

13 Mart 2016 Pazar

Kadınsız Erkekler Harukimurakami

 Harukimurakami'nin son  eseri 
Kadınsız Erkekler...

Bir kadını yitirmek, tüm kadınları yitirmek demek… diyerek erkek dünyasına iddalı bir giriş yapıyor.
Haruki Murakami’nin bu eseri aşka ve kadınlara yazılmış yedi öyküden oluşuyor.  Hayata dair bu öykülerde yazarın gözlem ve tespitleri beğenimi kazandı.
Erkek bakışından bu öyküleri okumaktan keyif aldım sıkılmadım. Erkek öyküleri okuduğumu gören kız arkadaşlarım her ne kadar  "bırak Allah aşkına onların dramını,  asıl dram bizde" desede bu öyküler yazarın deyimiyle bir ağıt niteliğindeydiler. Lafı çok uzatmadan arka kapağı paylaşıyorum.
Bir gün sen de kadınsız erkeklerden olacaksın. O gün en ufak bir uyarı, küçücük bir ipucu vermeden; önsezi olarak hissettirmeden ya da içine doğmadan; kapını çalmadan, hiç beklemediğin bir anda seni bulacak. Bir köşeyi döndüğünde, aslında çoktan oraya varmış olduğunu anlayacaksın. Geriye dönmek mümkün olmayacak. O köşeyi bir kez dönünce, orası artık senin için mümkün olan tek dünya olacak. O dünyada sen kadınsız 


erkeklerden biri olarak anılacaksın.


Hep bu soğuk çoğul eki ile...


Bir kadının özlemini çeken, yasını tutan; bir kadın tarafından aldatılmış, terk edilmiş olmanın acısıyla yaşayan, aşkla kendinden vazgeçen erkeklerin öyküleri…


Haruki Murakami’den aşka ve kadınlara yazılmış yedi ağıt… 

 

6 Mart 2016 Pazar

Amsterdam Rijksmuseum

I
Brüksel sonrasında rotamızı Hollanda’ya çevirdik.  Bardaktan boşanırcasına yağmurun yağdığı sokakların toprak koktuğu o gün,  yola koyulduk.

Brüksel metrosunun 2 Line kullanarak aynı zamanda tren seferlerinin de aktarmasının olduğu, arst-loi durağında inerek İDBUS otobüsünün kalkacağı perona ulaştık. 

Yaklaşık 5 saat süren yolculuk  sonrası kozmopolit sıfatını layığıyla taşıyan Amsterdam karşımızdaydı. Amsterdam’ı nasıl tanımlayacağımı inanın hiç bilmiyorum.

Bir tarafta her biri lezzetli birer pastaya benzeyen evlerin arasında Hansel ve Gretel masalının canlı yaşandığı şehir diğer taraftan da özgürlüğünü ararken kendini kaybetmiş boş gözlere etrafa bakıp sürekli kendi kendine konuşan insanlara rastladığın bir şehir.
Amsterdam bana göre herkes için farklı çağrışımları olan ve herkese istediğini sunacak olan bir şehir.


Amsterdam kesifini yürüyerek gerçekleştirdik. Yürümek içinde hava şartları bizden yanaydı. Amsterdam,  İstanbul en sıcak günleri yaşarken puslu ve serindi. Güneş arada yüzüü gösterip içimizi ısıtırken bu hava şartları, gezmek için avantajdı. Soğukla kalın giyinerek başa çıkabiliyorum ama sıcaklar ile nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. Kaldığımız 4 gün boyunca güneş bize yüzünü ancak giderken gösterdi.

Avrupa’nın şehirlerini ,  açık hava ve kapalı hava müzesi olarak sınıflandırırsam.  Benim için; Prag, Budapeşte, Brüksel, Viyana, Floransa ve Barselona açık hava müzesiyken Amsterdam, Paris, Madrid ve Berlin kapalı hava müzesidir.


Amsterdam’da bu sebeple bol bol müze gezdik ve müzeleri içinde beni en çok etkileyeni ise eşsiz koleksiyonuyla Rijksmuseum idi.
Eğer birçok yeri gezme şansınızın olmadığı kısa bir gezi planlıyorsanız. Rijksmuseum’u önceliğinize alabilirsiniz. Zira bu yazıda da bu müzenin eşsiz ve zengin koleksiyonundan bahsedeceğim.


Rijksmuseum, 17. yüzyıl Hollanda sanatına adanmış en geniş koleksiyonun yanı sıra Ortaçağ’dan günümüze uzanan ilgi çekici eserlerin de sergilendiği Hollanda Ulusal Müzesi’dir. Kral Louis Napoleon tarafından 1808 yılında Dam Meydanı’ndaki Kraliyet Sarayı’nda kurulan müze, 1885 yılında Vondelpark’a taşınmıştır.


Aynı zamanda Amsterdam’ın merkez tren istasyonu olan Amsterdam Centraal’in de tasarımcısı olan P. J. H. Cuypers tarafından tasarlanan ana bina on yıllık yenileme çalışmalarının ardından 2013 yılında kapılarını ziyaretçilerine tekrar açmıştır. Rijksmuseum günümüzde sahip olduğu 8000’den fazla eserle dünyanın en büyük Felemenk sanat koleksiyonuna sahiptir.


Hollanda’nın tartışmasız en ünlü müzesi olan Rijksmuseum, aralarında Rembrandt’ın 20 kadar tablosunun yanı sıra Steen, Hals, Vermeer ve diğer önde gelen ressamların eserlerinin bulunduğu 17. yüzyıl Hollanda resminin en kapsamlı koleksiyonlarını içermektedir. Müzede ayrıca Hollanda sanatının 20. yüzyıl öncesindeki tüm dönemlere ait olağanüstü bir resim koleksiyonu da bulunmaktadır.



Rijksmuseum, Amsterdam
Rijksmuseum’un giriş katında Ortaçağ ve Rönesans dönemi sergilerinin yanı sıra, Özel Koleksiyonlar ve Asya Pavyonu bölümleri yer alır. Birinci katta 18.-19. yüzyıl sanatı; ikinci katta 17. yüzyıl (Altın Çağ) ve üçüncü katta 20. yüzyıl eserleri sergilenir.


Rijks Müzesi, Amsterdam
Rijksmuseum Bölümleri

Ana Bina: Müze binasının Neo-Gotik üsluptaki çatıları ve süslemeli bir şekilde dekore edilmiş ön cephesi konusunda, Protestanlar tarafından şiddetle eleştirilmiştir.

Bahçe: Heykeller ve ilgi çekici eserlerle doludur.

Atriyum: Müzenin girişi ve merkezidir. 1885 tarihli orijinal tasarıma göre restore edilen avlular bir yer altı geçidiyle birbirine bağlanır.

Mozaik Zemin: Yüz binlerce küçük mermer parçasıyla döşenen zemin simgesel figürlerle doludur.

Asya Pavyonu: Bu bölümde farklı dönemlerden çeşitli kültürler hakkında bilgiler edinebilirsiniz.

Özel Koleksiyon: Meissen porselenleri, dondurulmuş hayvanlar, minyatür gümüş işleri ve cephanelik gibi çok çeşitli nesneler bu bölümde sergilenir.

Altın Çağ: Rembrandt, Jan Steen ve Frans Hals gibi Felemenk ustaların eserlerinin sergilendiği, müzenin en önemli bölümlerinden biridir.

Modern Sanat: İki bölüme ayrılan bölümde 20. yüzyıl eserleri sergilenir.

Bunlar dışında müzede yer alan Büyük Salon ve sadece sanat tarihi araştırmacılarına açık olan Kütüphane de Rijksmusuem’un diğer önemli bölümleri arasında yer alır.

Rijksmuseum’da Sergilenen Önemli Eserler

Gece Bekçisi (The Nightwatch, Rembrandt, 1642): yüzyıl Flaman resim sanatının önemli yapıtlarından biri olan resim, kent milis gücünün grup portresi olarak ısmarlanmıştır. Müzedeki en önemli eser olan Gece Bekçisi, müzenin Philip kanadının en göz önündeki alana yerleştirilmiştir.

The Nightwatch (Gece Bekçisi)
Mutfak Hizmetçisi (The Kitchen Maid, Vermeer, 1658): Pencereden süzülen ışık süzmesi ve manzaranın dinginliği Jan Vermeer’in sık kullandığı bir temadır.
The Kitchen Maid
Yahudi Gelin: Rembrandt en şefkatli portrelerinden biri olan Yahudi Gelin’i yaparken (1667), bilinmeyen bir çifti, İncil’de yer alan İshak ve Rebeka karakterleri kılığında, alışılmadık ölçüde serbest bir şekilde betimlemiştir.

Aziz Elizabeth Günü Taşkını (1500): 1421 yılındaki su baskınını betimleyen bu altar panosunun ressamı bilinmiyor.

Patenciler ve Kış Manzarası (1618): Ressam Hendrick Avercamp ayrıntılı kış manzaraları ile ünlüdür.

Rijskmuseum’da üstte adı geçen eserler dışında sergilenen önemli eserler arasında; Mavi Giysili Kızın Portresi (Johannes Verspronck, 1641), Tapınak Muhafızı (Naraen Kongo, 14-15.yy), Acıların Bakiresi (1500-1510) ve Kare Adam (Karel Appel, 1951) bulunur.

RIJKSMUSEUM ZIYARET BILGILERI
Adres: Museumstraat 1 (Müzenin Philip Kanadı’na giriş Jan Luijkenstraat’tan), Amsterdam
Ulaşım: Tramvay ile ulaşım: Rijksmuseum (2, 5)
Ziyaret Bilgileri: 09.00-18.00. Resmi tatillerde kapalı.
Giriş Ücretleri: 14€
Web: www.rijksmuseum.nl
Amsterdam’daki diğer rotalar ile ilgili bilgi edinmek isterseniz İnstagram’a göz atabilirsiniz. Ve Anna Frank ile ilgileniyorsanız. http://kesfetsende.blogspot.com.tr/2014/04/anne-frank-hatra-defteri.html


4 Mart 2016 Cuma

Siddartha-Hermann Hesse

“Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelik mucizeler yaratabilir ama  bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez.”



 Siddertha’nın içinde geçen bu cümle sanrım kitabı en iyi özetleyen paragraflardan biriydi. Siddhartha, Hermann Hesse’nin  Buddha yani Siddhartha Gautama’nın hayatını konu  alan, Budizm felsefesini işleyen  yazarın en iyi olarak bilinen romanlarından biridir.

Hermann Hesse 1946 Nobel ödüllü yazar bizim yolumuzun kesişmesi ise çok yakın bir zamana dayanıyor.  Kitabı okurken doğu felsefesinin naifliğini ve sadeliğini her satırda hissettim. İnanan her insan kendi inancının farklı sembollerle Siddartha’da kaleme alındığını okudukça fark edecektir.
İslamiyet’te tasavvuf olan bu durum, Budizm’de Samanalık, Brahmanlık gibi görüşlerle yansıtılmış. Kitap felsefi bir türe sahip olmasından dolayı oldukça uzun cümlelere sahip ve anlaşılması zor diyeceğim kitaplardandı. 

Kitabın yazarının hayatı aslında beni en çok etkileyen unsurlardan biri oldu. 1946 yılında Nobel ödülü alan, Almanya doğumlu Rus asıllı, Hermann Hesse hayatta yaşadığı sıkıntılardan dolayı intihar girişiminde bulunduktan sonra  bir enstitüye yatırılmıştır. Bu sırada Jung’un öğrencisi tarafından tedavi edilirken, psikolojiye ve Jung’a duyduğu ilgi sonra kendini tedavi ederken iç dünyasını zenginleştirmiştir. Hint ve Budist felsefeye olan ilgisiyle tanınan yazar, 1946 yılında Siddhartha adlı bu eseriyle Nobel ödülü almıştır.

25 Şubat 2016 Perşembe

Haruki Murakami'den yaban koyunun izinde

 Haruki Murakami’nin Kitabı Yaban Koyunun İzinde'
Murakami ilk kez tanışma hikayemi okuyanlar hatırlar. İlk burada yazmıştım. Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında benim en sevdiğim romanlarından biri oldu. 
Kitabın arkasında “post modern bir dedektiflik öyküsü” olarak tanımlaması yapılan bu kitap ilk yarısına kadar  “nerede dedektiflik maceraları” diye sabırsızlandırıdı. İlk yarıdan sonra kitap, o hantallığı üzerinden atarak beni konusunun içine aldı.
Kitabın konusuna gelirsek, kahramanımızın, müşterisi için kullandığı  koyun resminin onun başını belaya sokması sonucu başlıyor. Herşeyin bir koyun fotografıyla başladığı bu hikayede kitabın adı da yaban koyunun izinde. 
Sade kapak tasarımı ve ilginç bulduğum adıyla kitap okumak için merak uyandırdı. Kitabı okudukça bu etkiyi aradım durdum. Bu bekletiyle kitaba başlayınca ilk sayfalarda sıkıldım ancak yalın dili sayesinde bu evreyi kitabı bırakmadan atlattım. 
Yine her kitabında olduğu gibi bu kitabında da  Murakami'nin kişisel zevklerine göndermelerine sıkça rastladım. Yazarın bu tarzı benim hoşuma giden tarafı oldu.
Kitapla ilgili bir eleştiride daha bulunacak olursam; bu eleştiri çevirisine olacaktır. Kitap akıcı ve anlaşılır bir çevirisi olmasına rağmen bazı kelimeler abuk bir biçimde dilimize çevrilmiş.Tek kelime japonca bilmesemde böyle bir çevirinin yapılamayacağını tahmin edebiliyorum.Örnek verecek olursam: belleten: bülten, almaç: ahize, pusula: not , film görmek: film izlemek, küçük parmak: serçe parmak gibi...
Herkese Mutlu Cumalar💐

25 Ocak 2016 Pazartesi

Kışlık Filmlerden Bir Demet


Son zamanlarda izlediğim iz bırakan ya da iz bırakamayan filmleri yazmak istediğimde ilk aklıma iz bırakanlar geldi.
Dressmaker- Düşlerin Terzisi
Dressmaker’i izlediğim yakın zaman olmaması rağmen ilk aklıma gelen filmlerden oldu.
Bu yüzden bu filmi iz bırakan filmler sıralamasına ilk sıradan giriş yaptırıyorum.
İstinyePark Maximum sinema salonunda izlediğim bu filmde Kate Winslet oyunculuğu beni filmin başından sonuna kadar efsunladı. Onun yanı sıra filmin masalsı tadı hala damağımda.
Joy
Bu filmi Akasya Acıbadem’de  izledim. Kadınların başarı öyküleri ve hikayeleri her zaman ilgimi çekmiştir. Bu filmde o filmlerden bir diğeri eğlenceli ve Pazar günü için keyifli bir filmdi. Başrölünde Jennifer Lawrence yer aldığı ve Robert de Niro'yu da gördüğümüz bu film orta derecede iz bıraklanlardan.
Nadide Hayatlar
Çağan Irmak filmi aolan ve başrolün Demet kabağın oynadığı bu film yine bir kadın öyküsü. Film iz bıraktımı bu soruya evet diyemiyorum. Fazla klasik ancak keyifli bir filmdi özellikle de kış günü tekne ve denizde geçen o sahneler içimi ısıttı.
The Martian
Oscar adaykları açıklandıktan sonra geçtiğimiz hafta izledim. İnterstellar'dan sonra yine böylesi bir filmde Matt Damon'u izlemek keyif vericiydi.The Martian, Sinema salonunda değil evde izlediğim bir filmdi ona rağmen beni büyüledi ve iz bırakan filmler içinde yer almayı başardı. 

13 Ocak 2016 Çarşamba

Yaşamak Denen Zahmetli İş

Geçtiğimiz Cumartesi Akşamı Caddebostan Kültür Merkezinde izleme fırsatı bulduğum Yaşamak Denen Zahmetli İş tiyatro oyunu.
Devlet tiyatrolarında ilk kez Yaşamak Denen Zahmetli İş tiyatro oyunu sergilenen İsrailli yazar Hanoch Levin’in evlilik yaşamı üzerine olan bu kara komedi.
Yaşamak Denen Zahmetli İş tiyatro oyununda sahne de oyunculularıyla devleşiyor. Tiyatro Oyun güldürürken düşündüren oyunlardan. Leviva (Ülkü Duru) ve Yona'nın (Musa Uzunlar) 30 yıllık evliliklerinde bir ve birey olabilmek için çatışma içindeyken Gunkel'in (İşdar Gökseven) araya girmesiyle bir an için aynı cepheye geçmeleri güldürürken bir yandan da düşündürüyor.
Oyun, Metin olarak belki yeni bir şey söylemiyor ama oyunculukla duyguların seyirciye geçirildiği bu oyun izlemeye değer.